genel istatistikler
toplam6
bugün0
dün0
bu ay0
geçen ay0
toplam +0
toplam -0

faşizm

    Faşizm Tartışmaları

    Bazı şeyler üzerinde çok konuşulmasına rağmen az bilinirler. Örneğin, Türkiye'de üzerinde en çok konuşulan ama en az okunan kitaplar, Kur'an, Nutuk ve Kapital'dir. Ancak üçü üzerine de yeterli bilgisi olan, üzerinde konuşabilecek kişi sayısı sınırlıdır.
    Aynı şekilde bazı terimler de, çok dile getirilmesine rağmen tam olarak karşılığıyla kullanılmamaktadır. Bunlardan bazıları Sosyalizm, Komünizm, Faşizm ve Demokrasi terimleridir.
    Sosyalizm ve Komünizm birbiri ile karıştırılmaktadır. Eski başbakanlardan Tansu Çiller, iktidara geldiğinde "Türkiye'yi son sosyalist devlet" olarak tanımlamış, Sümerbank'ı kapatırken de "son sosyalist kaleyi yıktık" demiştir. Bazen de, bir ülkede iktidarda komünist partinin olması o ülkenin komünist sayılmasına neden olmaktadır.
    Demokrasi de, üzerinde de çok konuşulan ama az bilinen terimlerden birisidir. Bir ülkede iktidarın seçimle değişmesi demokrasi için yeterli görülmekte, bu ülke Türkiye olunca sadece seçimlerin yapılması bile, siyasetçiler tarafından Türkiye'nin demokratik bir ülke olarak tanımlanmasını sağlamaktadır.
    Yukarıdaki terimler üzerinde tartışmayı daha sonraya bırakarak, bugün Faşizm terimine yoğunlaşmak istiyorum. Faşizm, faşist, faşist diktatör, faşist düzen, faşist hükümet, faşist rejim terimleri çok söylenir. 12 Mart Faşizmi, 12 Eylül Faşist Rejimi en çok duyduklarımızdandır.
    Askeri diktatörlük, tek adam rejimi, otoriter rejim, otoktratik rejim, askeri rejim, yarı-askeri hükümet ve Bonopartizm de faşizm yerine kullanılmaktadır. Biraz sert bir baba, disiplinli bir öğretmen, otoriter bir patron faşist nitelendirilmesi yapıştırılması için yeterli görülmektedir.
    Peki faşizm gerçekte nedir? Bir rejimin faşizm olarak nitelendirilmesi için gerekli şartlar nelerdir? Yazımızın konusu bunlar üzerinedir.
    Etimolojik olarak faşist kelimesi, Latince "fascis" kelimesinden türemiştir. Kelime anlamı birlik, beraberlik demektir. Onun da kökeni Romalıların kullandığı sapı birkaç çubuğun birbirine bağlanmasından oluşan "fasces" denen bir baltadır. Bu baltanın sembolik bir anlamı da vardır. Tek başlı veya iki başlı olan "fasces" baltasını Romalıların Etrüsklerden aldığı düşünülmektedir.
    Doktrine edilmesi, Giovanni Gentile'nin 1932'de yayınlanan ve Türkçe'ye "Faşizmin Kökeni ve İlkeleri" olarak çevirebileceğimiz Origini e dottrina del fascismo kitabı ile olsa da, faşist ideoloji İtalyan Devlet adamı Benito Mussolini tarafından oluşturulmuştur.
    Faşist hareket 1. Dünya Savaşı içinde doğsa da, 23 Mart 1919'da Milano'da yapılan bir salon toplantısında "İtalyan Savaş Birlikleri" (Fasci Italiani di Combattimento) adı ile resmileşmiştir. Toplantı, Mussolini'nin gazetesi Il Popolo D'Italia'nın çevresinde toplanmış olan grubu, fütüristler, terhis edilmiş askerler ve anarko sendikalistler ile tek bir program altında bir araya getirmiştir. Ortaya çıkan program milliyetçilik ile belirsiz bir toplumsal reformun demagojik bir karışımıydı. Hareket kendini anti-emperyalist olarak tanımlıyor, ama dünya savaşını açıkça savunuyor ve İtalya'nın Fiume (Rijeka) ve Dalmaçya üzerinde hak sahibi olduğunu ileri sürüyordu. Amacının emeğin davasını savunmak olduğunu söylüyor, ama anti-sosyalist ve anti-demokratik olduğunu iddia ediyordu. Bu eklektik ve belirsiz programın zayıflığı 16 Kasım 1919 seçimlerinde fiyasko ile sonuçlanmış, Faşist aday listesi Milano'da sadece 4795 oy alabilmişti. Ancak Faşist Parti 7 Kasım 1921'de resmen kurulacak, 1 yıl içinde Mussolini Başbakan olacak ve 1924 seçimlerinde yüzde 61.3 ezici çoğunluk ile iktidarını perçinleyecektir. 1933 Almanya seçimlerinde Hitler'in Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi'nin aldığı yüzde 43,9 oy yanında bu faşistler için büyük bir başarıdır.
    Faşizmin birden fazla tanımı vardır. Komünist Enternasyonelin 7. Kongresinde kabul edilen Dimitrov'un meşhur faşizm tanımı uzun süre kabul görmüştür. Buna göre; "faşizm, finans kapitalin en gerici, en bağnaz ve en emperyalist unsurlarının açık, zorba diktatörlüğüdür."
    Her faşist rejim farklı ülkelerde farklı biçimler alsa da, bir rejimi faşist olarak nitelemek için bazı ölçeklere ihtiyaç vardır. İlk olarak, faşizmin bir yığın tabanına ihtiyacı vardır, bu yığın tabanın öncelikle ekonomik ve toplumsal bir bunalım içinde olması gerekir. Troçki bunu, "faşizmin yükselişi çağdaş kapitalizmin şiddetli bir toplumsal bunalımının ifadesidir" diye ifade eder. İkinci olarak, bunalım öyle bir hal alır ki, burjuvazinin gelişimini sağlayan demokrasi kriz döneminde kapitalizmin önünde bir engel oluşturmaya başlar. Böylece iktidar bloğundaki hegemon öge olan tekelci sanayi burjuvazisi parlamenter demokrasiden vazgeçerek, yürütmede merkezileşmeyi destekler. Üçüncü olarak kitle hareketi gereklidir. Bu yığınlar içinden milis hareketinin oluşturulması şartlardan biridir. Dördüncü olarak milisler küçük burjuvaziyi de etkisi altına alırlar. Ancak bütün bunlar faşizmin iktidar olmasına yeterli değildir. İşçi hareketi direndiği oranda faşizm başarılı olamaz. Bunun için işçilerin direnişinin kırılması ve püskürtülmesi gerekir. Direniş kırılırsa ve işçi hareketi ezilirse, militanları bürokrasi içinde eritilen sendikalar kapatılarak son darbe vurulur. Faşizm iktidara geldikten sonra en büyük amacı büyük burjuvazi lehine üretimi arttırmaktır. Bunu korporasyonlar ile sağlamaya çalışır. Korporasyonlar iş kolu değil, ürün temeline göre organize olmuş, içinde işçi, işveren temsilcileri, teknik uzmanlar ve faşist partinin temsilcilerinin olduğu örgütlerdir. Korporasyonlar faşizmin olmazsa olmazıdırlar. Korporasyonları İtalya'da bir tür sosyalizme benzeten sol parti yandaşları da çıkmıştır. Korporasyonlarda biraz daha özgürlük olsa sosyalizmin geleceğini uman romantik sosyalistler de çıkmıştır. Oysa ki korporasyonlar faşist partiye bağlı bürokratik örgütlerdir, sendikalar ise kitle örgütleridir.
    Faşizm sürekli bu tip kafa karışıklıklarından yararlanır. İtalya'da korporasyonlar ilk başta tarımda ve sanayide üretim artışına da sebep olmuşlardır. Ancak bir müddet sonra bu üretim artışının sadece büyük toprak sahiplerine ve sanayi patronlarına yaradığı ortaya çıkmıştır. Bu konudaki tartışmaları takip etmek için İtalya'da faşizmin oluşumu ve gelişimini farklı kaynaklardan okumak gerekir.
    Faşizm ikinci dünya savaşı öncesi Nasyonal Sosyalizm adı altında Almanya'da, Austurya'da, Falanşist örgütlenme ile Franco liderliğinde İspanya'da, Salazar önderliğinde Portekiz'de, Ustaşa hareketi ile Hırvatistan'da, farklı örüntüleri ile Belçika, Japonya ve Arjantin'de ortaya çıkmıştır.
    Faşizmin anti-kapitalist ve anti-emperyalist milliyetçi görüşleri ulusalcıları, hatta sosyalistleri cezbetmiştir. Enternasyonalizmi, anti-nasyonalizm ile karıştıran, gençleri ve köylüleri ihmal eden devrimci kadrolar çoğu ülkede halkı faşistlerin kucağına atmıştır.
    Kapitalizmin bunalım dönemini yaşadığımız bu günlerde, İtalya'dan Norveç'e, Macaristan'dan Almanya'ya, Fransa'dan Yunanistan'a faşist partilerin yükselişini görmemiz şaşırtıcı değildir. Son coronavirüs salgınının getirdiği ekonomik kriz ve işsizlik faşist partilerin gelişmesine uygun ortam hazırlamaktadır.
    Türkiye özeline gelirsek, yukarda saydığımız ölçeklerden bazılarına uymadığını görürüz. 12 Eylül bir askeri rejimdir, ama faşizm değildir. 12 Mart askeri rejim bile değildir, meclisin, partilerin ve sendikaların olduğu sokaklarda milislerin gezinmediği bir ülkede faşizmden bahsedilemez. Bugünkü iktidarı da faşizm veya İslami faşist diktatörlük olarak niteleyenler bu anlamda yanılmaktadırlar. Bugünkü rejim otoriter veya totaliter olarak adlandırılabilir ancak faşizm olarak adlandırılması abartı olur.
    Türkiye'de faşizm olur mu? Veya, Türkiye'ye faşizm gelir mi? Soruları yukardaki ölçekler kullanılarak cevaplandırılabilir. Yine yazdığımız hipotezler sınanarak bunların analizi yapılarak, bazı cevaplara ulaşılabilir.
    Bu satırların yazarının düşüncesi ise ülkede şu an faşizmin olmadığı, ancak ekonomik kriz sürmeye devam ederse, tekelci burjuvazinin başka seçenekler gibi, faşizm seçeneğini de masaya koyabileceğidir. Bu konuda başta işçi sendikaları olmak üzere, STK'lara, aydınlara ve akademisyenlere büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir.
    Kaynaklar:
    Giovanni Gentile, Origins and Doctrine of Fascism (ed. A. James Gregor), New Brunswick, New Jersey, Transaction Publishers, 2002.
    Palmiro Togliatti, Faşizm Üzerine Dersler, (çev. Şiar Yalçın, Yüksel Demirekler), Ankara, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, 1979, s. 231.
    Georgi Dimitrov, Faşizme Karşı Birleşik Cephe, (çev. Seçkin Cılızoğlu, Ali Özer), 7. Bs., Ankara, Ser Yayınevi, 1989, s. 134.
    Lev Troçki, Almanya'da Faşizme Karşı Mücadele, (çev. Orhan Koçak, Orhan Dilber), 3. Bs., İstanbul, Yazın Yayıncılık, 1998, s. 22.

    Kaynak: Abdullah Köktürk, Faşizm Tartışmaları, www.eskimiyen.com, 14 Mayıs 2020.


    (17.05.2020 11:42)

pretoryanizm

    Pretoryanizm silahlı kuvvetlerin kendilerini devletin, mevcut rejimin veya mevcut iktidar ve yöneticilerin koruyucusu olarak görmesi durumudur. Bu anlayışta ordu doğrudan veya dolaylı olarak ülke siyasetine ve gündemine yön verebilmekte gerektiğinde ise müdahalede bulunabilmektedir.
    (01.01.2020 00:00)

münhasır ekonomik bölge

    Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi uyarınca bir devletin deniz kaynaklarının araştırılması ve kullanılmasında su ve rüzgar enerjisi de dahil olmak üzere özel haklara sahip olduğu deniz bölgeleridir. Kıydan itibaren 200 mile kadar uzanır (Yaklaşık 370 km).

    Münhasır ekonomik bölgede sahildar devletin aşağıdaki hak, yetki ve yükümlülükleri vardır. Bunlar;
    1. Deniz yatağı üzerindeki sularda, deniz yataklarında ve bunların toprak altında canlı ve cansız doğal kaynaklarını araştırılması, işletilmesi muhafazası ve yönetimi konuları ile; aynı şekilde sudan, akıntılardan ve rüzgarlardan enerji üretimi gibi, bölgenin ekonomik amaçlarla araştırılmasına ve işletilmesine yönelik diğer faaliyetlere ilişkin egemen haklar:
    Sözleşmenin ilgili hükümlerine uygun olarak;
    i) suni adalar, tesisler ve yapılar kurma ve bunları kullanma;
    ii) denize ilişkin bilimsel araştırma yapma; .
    iii) deniz çevresinin korunması ve muhafazası; konularına ilişkin yetki;
    2. Münhasır ekonomik bölgede sahildar devlet, sözleşme uyarınca haklarını kullanırken ve yükümlülüklerini yerine getirirken, diğer devletlerin haklarını ve yükümlülüklerini gerektiği şekilde gözönünde bulunduracak ve sözleşme hükümleriyle bağdaşacak biçimde hareket edecektir.
    3- Deniz yatağına ve bunların toprak altına ilişkin olarak belirtilen haklar, sözleşmede tanımlanan şartlara uygun olarak kullanılacaktır.

    Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi Madde 58
    Münhasır ekonomik bölgede diğer devletlerin hakları ve yükümlülükleri;
    Münhasır ekonomik bölgede, sahili bulunsun veya bulunmasın, bütün devletler, sözleşmenin ilgili hükümlerinde öngörülen şartlar içerisinde, 87. Maddede sözkonusu olan seyrüsefer serbestliği ile uçuş serbestliğinden ve denizaltı kabloları ve petrol boruları döşeme serbestliğinden; keza, bu serbestliklerin kullanımına ilişkin olarak, özellikle gemilerin, uçakların ve denizaltı kabloları ve petrol borularının işletilmesinde, denizin uluslararası diğer yasal amaçlarla kullanılması serbestliğinden yararlanırlar.


    Kaynak: 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS)

    (25.12.2019 00:00)

standestaat

    Zümre devleti anlamına gelir. 12-16 yy.lar arasında başta Fransa olmak üzere feodalizmin hüküm sürdüğü ülkelerde Ruhban ve toprak sahibi tabakalarla özerk kent bölgelerinin temsilcilerinin kralla birlikte üç taraflı iktidar ilişkilerini sürdürdükleri bir tür korporatif bir yönetim şeklidir. Bunlar mutlak devlete geçişle birlikte yok olmuşlardır.
    (03.09.2019 00:00)

muhafazakarlık

    Muhafazakâr düşünce kendisini, mevcut gelenek ve ulusal kültürlere intibak ettirdikçe dikkate değer bir şekilde çeşitlenmiştir. Örneğin, İngiliz muhafazakârlığı temelde Burke'ün fikirleri çerçevesinde şekillenmiştir. Burke, değişime karşı körü körüne bir direnci savunmaz. Onun savunduğu şey daha çok, "muhafaza etmek için değişme'ye yönelik tedbirli bir isteklilik hâlidir. 19. Yüzyıl'da İngiliz muhafazakârları, güçlü bir değişim sürecinden geçmiş siyasî ve sosyal düzeni savunmuşlardır. Bu değişim özelde, 17. Yüzyıl'daki İngiliz Devrimi'nin bir sonucu olarak mutlakî monarşinin ortadan kaldırılmasıydı. Benzer durumsal (pragmatik) ilkeler, İngiliz Milletler Topluluğu (the Commonwealth) bünyesindeki ülkelerde kurulmuş olan muhafazakâr partileri de etkiledi. Kanada Muhafazakâr Partisi, kendini gerici fikirlerden uzaklaştırmak için İlerici Muhafazakâr adını benimsedi.
    19. Yüzyıl boyunca bazı otokratik monarşilerin ayakta kaldığı Kıta Avrupası'nda ise oldukça farklı, daha otoriter bir muhafazakârlık gelişti. Bu muhafazakârlık, yükselen reform dalgası karşısında monarşi ve katı otokratik değerleri savunuyordu. Ancak İkinci Dünya Savaşından sonra, Hıristiyan demokratik partilerin kurulmasıyla beraber kıtadaki muhafazakârlar, özellikle Almanya ve İtalya'da siyasî demokrasi ve sosyal reformu tam anlamıyla kabul etmişlerdir. Öte yandan ABD, göreceli olarak muhafazakâr fikirlerden çok daha az etkilenmiştir. ABD, İngiliz Kraliyetine karşı yürütülen başarılı koloni savaşının sonucunda oluşmuştur. ABD'nin yönetim sistemi ve siyasî kültürü, büyük oranda yerleşik liberal ve ilerici değerleri yansıtır. ABD'deki her iki büyük partinin de -Cumhuriyetçiler ve Demokratlar- siyasetçileri, geleneksel bir şekilde "muhafazakâr" olarak yaftalanmaktan kızgınlık duyarlar. Sadece 1960'lardan beri her iki parti, tutucu ifadeleri dile getirmektedir. Bu ifadeleri kullananlar özellikle güneyli Demokratlar, 1960'larda Senatör Barry Goldwater'ın başım çektiği Cumhuriyetçi Parti içindeki kanattır; ki bu kanat, 1970'ler ve 1980'ler boyunca önce California Valiliği ardından da 1981-1989 arasında başkanlık yapmış olan Ronald Reagan'ı desteklemiştir.
    Muhafazakârlık, siyasal ideolojiler arasında entelektüel açıdan en mütevazı ideoloji olmasına rağmen, belki de bu durumdan dolayı, aynı zamanda dikkate değer bir biçimde esnek ve kendini çabucak toparlayabilen bir özelliğe sahiptir. Muhafazakârlık, kendini sabit fikir sistemleri ile bağlama taraftarı olmadığından süreklilik arz eden bir gelişme içindedir. Birçok ülkede siyasî sağın yeniden iktidara geçmesiyle, 1970'lerden beri muhafazakâr anlayışın kazandığı başarıların yeniden ortaya çıktığı aşikârdır. Bu açıdan, İngiltere'deki Thatcher Hükümeti (1979-1990) ve ABD'deki Reagan Yönetimi (1981-1989) özellikle dikkate değerdir. Her iki yönetim de genel olarak "Yeni Sağ" olarak adlandırılan ve kolay rastlanmayacak bir şekilde radikal ve ideolojik biçimdeki bir muhafazakârlığı uygulamaya koymuşlardır. Yeni Sağ'ın fikirleri çoğunlukla serbest piyasa ekonomilerinden türetilmiş ve durum böyle olunca, muhafazakârlık içinde derin bölünmeler ortaya çıkmıştır. Hatta bazı yorumcular, "Thatcherizm", "Reaganizm" ve genel olarak Yeni Sağ projesine, aslında muhafazakâr ideoloji içinde yer vermenin uygun olmadığını, bu anlayışların çok ciddî biçimde klasik liberal ekonomilerden etkilendiğini öne sürmüşlerdir.
    Kaynak: Andrew Heywood, Siyasî ideolojiler: Bir Giriş, 5. Baskı, İstanbul: Adres Yayınları, Eylül 2013, ss. 82-84.
    (05.08.2019 21:09)

muhafazakarlık

    Muhafazakârlık bir ideoloji olarak, birçok açıdan Fransız Devrimi ile sembolleştirilen siyasî, sosyal ve İktisadî değişimdeki gidişe bir tepki olarak doğmuştur. Muhafazakâr ilkelerin ilk ve klasik ifadeleri, Edmund Burke’ün Reflections on the Revolution in France (Fransa'daki Devrim Üzerine Düşünceler, [1790] adlı eserinde yer almıştır.
    (05.08.2019 00:00)

sayfa:
siyasal sözlük - 2024

arşiv | duyuru | sitemap | RSS

Siyasal sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.

Sohbet ile geliştirilmiştir.